-iyi günler, bir randevu almak istiyorum
-evet,bir dakika... 2 kasım sizin için uygun mu?
-evet
-pekala, isminiz ve telefon numaranızı alabilir miyim
-murat oran, 05267568572.
-teşekkürler murat bey. randevu tarihiniz 2 kasım perşembe, saat 10:00. sormak istediğiniz bir şey?
-yok, teşekkürler.
-iyi günler efendim.
2 kasım perşembe, saat 9:00
(yıldız pastanesi)
-bir zeytinli poğaça, bir simit.
-buyrun
-ne kadar
-4 lira efendim.
-iyi günler
-size de
2 kasım perşembe, saat 9:30
(sahilde bir bank)
-abi boyayayım mı
-yok sağol
-selpak ister misin beyim?
-yok istemem.
-sıcak çay, tavşan kanı.. çaycııı..
-delikanlı.. bi çay versene
-hemen abi.
2 kasım perşembe, saat 9:55
erenköy - kurtuluş apartmanı
asansör.. 2. kat..
-murat bey? murat oran değil mi?
-evet benim.
-buyrun içeri geçebilirsiniz. doktor hanım sizi bekliyor.
-hoşgeldiniz murat bey, oturun lütfen.
-hoş bulduk.
-kahve yada çay ister misiniz?
-ee, hayır teşekkürler.
-peki. nasılsınız?
-:)
-:)
öyleyse şu soruya geçiyorum. nasıl yardımcı olabilirim?
-sanırım olamazsınız.
-emin misiniz?
-evet.
-yardımcı olamayacağından emin olduğunuz birine , edemediği yardımlardan ötürü para ödemek durumunda olduğunuzu biliyorsunuz ama yine de geldiniz. doğru mu?
-değil.
-yani para ödemek zorunda olmadığınızı söylüyorsunuz.
-hayır gelmedim demek istiyorum.
-ee, murat bey, şimdi burada karşımda oturuyorsunuz. daha önce yani beş dakika önce orada değildiniz. dolayısıyla karşımda oturduğunuz yere başka bir yerden yürüyerek, taksiyle yada kendi aracınızla geldiniz. bu da mı doğru değil?
-evet değil. yani tam olarak değil. ben gelmedim. aslında şey. geldim ama bu ben değilim. başka biri. gelmeyi o istedi. onun yaptıklarından ben sorumlu tutulmamalıyım. o kedileri seviyor mesela, ben sevmem. tarhana çorbasını sevmiyor, ben çok severim. sahilde otururken selpak satan kadınlardan hiç selpak almıyor. ben hep alırım. acımasız biri. zeytinli poğaça yiyor bi de sabahları. zeytinli poğaça mı olur hiç. poğaça sade olmalı. yada en fazla patatesli.
-anlıyorum.
-bu adamın benimle alakası yok. kimse benim o olduğumu iddia edemez. zaten annem de : sende bir gariplik var, dedi geçen. kirli çoraplarımı kirli sepetine atmışım. hiç yapmam. annem de anladı bu adamın ben olmadığını.
-kim bu adam sizce murat bey?
-adı fırat galiba. yani bazen benim adımı kullanıyor bazen de ben fırat aran diyor, kendini tanıtırken.
-hımm, peki ne zamandan beri sizinle birlikte, yani iki tane siz varmış gibi?
-nisandan beri. geçtiğimiz nisan
-nisanda önemli bir şey mi oldu? yani bir yakınınızı kaybetmiş olabilirsiniz, yada bir hastalık, siz yada yakınlarınızdan birinin yakalandığı, yada ekonomik bir bunalım, işle ilgili can sıkıcı, çözemediğiniz bir mesele mesela?
-hayır böyle şeyler olmadı. önemli bir şey olmadı. hatta gayet önemsiz bir şey sonrasında oldu bu adamın gelişi. cumartesi günüydü. gazete ve çikolata, sakız, kola filan almak için bakkala gitmiştim. dönüşte oldu.
-noldu tam olarak?
-tam köşeyi döndüm. gazeteye bakıyordum bu arada, bir de sakızlardan birini ağzıma atmıştım bakkaldan çıkınca, köşeyi dönerken de kolayı açıp içmeye başladım. gazetede CERN deki bilimadamlarının dünyayı sarsacak bir şey buldukları ama dünyaya açıklamadıkları, evrenin %3 ünün madde geri kalanının enerji yada tam olarak ne oldugu bilinmediği için kara madde denilen bir şey olduğu, nötrinoların ışıktan hızlı gittiğinin ortaya çıktığı, geçmişe dönüşün mümkün olduğu, e=mc.c nin fasa fiso olduğunu filan okuyordum. baya etkilenmiştim, iyi hatırlıyorum. aynı anda sakız çiğneyip, kola içiyor, bir yandan gazete okuyor, bir yandan cern'in açılımını düşünüyor ve köşeyi dönüyordum ki, aydın amcayla karşılaştım.
-aydın bey?
-aydın amca bizim apartmanda oturuyor yani oturuyordu, emekli elektronik mühendisi. hiç evlenmemiş. biraz değişikti ama iyi kek yapardı. işte köşeyi döndüm ve aydın amcayla karşılaştım. daha doğrusu aynı anda köşeyi döndük. ve çarpıştık doğal olarak. bu ansızın çarpışmadan doğan enerjiyle sakızı yuttum, ağzımdaki son kola yudumunu aydın amcanın yüzüne fışkırttım, gazete elimden düştü. bu kadarla kalsa iyiydi. aydın amca yere yığıldı bir de. evet kötü çarpışmıştık, evet baya yaşlıydı kendisi ama yere yığılması da biraz fazla olmuştu bence. kaldırmaya çalıştım ama beceremedim. sanki yere zımbalanmıştı. kaç kere seslendim. aydın amca kalksana ya, amma da ağırdan aldın bile dedim en sonunda dayanamayıp. tık yoktu. kalbi mi vardı acaba dedim, dinledim. gerçekten tık yoktu. adam ölmüştü.
-sonra?
-sonra eve gittim.
-aydın bey?
-aydın bey eve gitmedi doğal olarak. yakınlarına haber verdik. geldiler, cenaze işleri filan. akut myokard enfarktüsü geçirmiş. öyle demiş 112 den gelen doktor.
-o gün önemli bir şey olmadı demiştiniz. aydın beyin ölümü, hem de olağandışı bir şekilde, sizce önemli değil mi?
-bilmem. yani onun açısından önemli tabi. o gün bu dünyadan ayrıldığı gün. gerçi öbür dünyaya inanıyor muydu bilmiyorum ama sonuçta artık burada olmadığına göre başka bir yerde olduğu kesin. belki de peynirli dereotlu bir kekin içindeki kabartma tozuna dönüşmüştür.
-:) peki sonra ne oldu yani eve gittikten sonra , fırat’ın gelmesi ne zamana rastlıyor?
-eve gidince, biraz daha gazete okudum, kalan kolayı bitirdim. televizyonda magazin programlarına baktım. bir dizi oyuncusunun evine gitmişler, buzdolabını karıştırıyorlardı. tam sunucu kadına : buradaki erik suyunu siz mi yaptınız, diye sormuştu ki uyuyakalmışım. cevabı hiç bir zaman öğrenemedim. google'dan da arattım oysa o kadar, tuğba günsal, erik suyu, çat kapı programı filan diye. saçma sapan şeyler çıktı. neyse işte uyandıktan sonra oldu.
-ne oldu?
-fırat aran'ın gelişi.
-nasıl oldu tam olarak?
-banyoya gitmiştim, yüzümü yıkamak için. telefon çaldı. annem telefona bak oğlum diye seslendi mutfaktan, yemek yapıyordu heralde. açtım telefonu. naber fırat dedi bir kız. bir yanlışlık oldu sanırım ben değilim dedim. güldü. niye gelmedin bu gün dershaneye dedi. yağ asitlerinin oksidasyonunu anlattı hoca. iyi güzel de ben arkadaşınız değilim dedim. ya dedi, tamam uzatma, kızdın bize ama nerden bilelim senin bu kadar alıngan olduğunu, hem özür diledik ya. sen de çok büyüttün ama. şaka yaptık sadece ne var bunda. yarın gel mutlaka dershaneye, az kaldı sınava bak, hem proteinlerin posttranslasyonel modifikasyonunu anlatacak hoca, kaçırma bence.
- iyi tamam dedim. dershane nerdeydi bu arada, gelmeye gelmeye yerini unuttum diye attım.
- ha ha. alemsin fırat, tusdata kadıköy şubesi, yeliz dersin, beni gösterirler. ben seni sınıfına götürürüm merak etme. of ya iyi dalga geçtin, alacağın olsun. hadi görüşürüz.
- iyi tamam görüşürüz dedim.
dedim de. ne görüşmesi, ne tusdatası ne kadıköyü, ne fıratı. kim bu kız. proteinlerin posttransbilmemneyi. gidip bi daha yıkadım yüzümü. iyice kendime geleyim diye. gelmiştim de baya kendime. yani en fazla o kadar gelebiliyordum zaten. neyse dedim. bana ne. heralde arkadaşının sesine çok benziyor sesim. salona geçtim. masayı hazırlamıştı annem. oo kek mi yaptın anne dedim. yok oğlum, aydın amcan getirmiş. sabah yumurta istemişti yapmak için. öğleden sonra hem yumurtayı getirmiş, hem kek. kibar adam.
-aydın amca mı? aydın amca ölmedi mi?
-aa ne ölmesi. nerden çıkardın.
-ya hani çarpıştık biz onunla köşede, akut myokard enfaktüsü geçirdi, ölmüş, yakınları geldiler, cenaze filan.
-oğlum sana kaç kere sabaha kadar ders çalışma, kötü olacak sonunda diyorum, tamam sınavsa sınav ama her şeyin bir sınırı var. abartma bu kadar.
-ya ne sınavı anne.
-al işte, böyle deyince de kötü oluyoruz.
-efendim?
- tamam çalış ama uykunu da al. sonra böyle hayalet gibi dolaşıyorsun, o kadar şey ezberleyince tabi, kafanda yer kalmadı. aydın amca ölmüşmüş. neyse neyse. git dolaptan erik suyunu getir.
mutfağa gittim. kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım. erik suyunu aldım dolaptan. salona götürdüm. birden aklıma magazin programı geldi. kim yaptı bu erik suyunu dedim.
-kim yapacak ben yaptım tabi, dedi annem. bazen çok garip oluyorsun fırat dedi sonra da.
-fırat mı dedim. fırat öyle mi. ben fıratım yani. bu erik suyunu sen yaptın. tusdata kadıköy yani. aydın amca ölmedi kek yaptı. bazen çok garip oluyorum, bazense çok alınganım. fıratım ben yani şimdi.
annem gözlerini kocaman açmış, yüzünde birazdan feryat figan ağlamaya başlayacakmış gibi bir ifadeyle bir süre sessizce yüzüme baktı.sonra,
-oğlum git biraz hava al, açılırsın dedi. git arkadaşlarınla filan buluş, sinemaya gidin ne bileyim halı saha maçı filan yapın hadi, dedi.
işte fırat o gün geldi.
-devam edecek-
7 Ekim 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
| Top ↑ |
8 yorum:
isim bile almıştım ama yayınlanmadı yorumum bakalım bu ne olacak neyse hasta gitti yağmur durdu keşke durmasaydı biraz tembellik yapsak ne olur sanki biz bugün denetlendik herkesle kavga etttim oh oldu içim bayılmıştı yine hasta daha on yaşındaki çocuk neden yüzünde nerdeyse görünmeyen sivilcevari şeylere takar ki neyse neyse akşam olsa eve gitsek çay içsek bi de o kötü şeyden :)benim hikayem bile yok ya çok acıklı hakkaten
:)
beni kimse denetlemiyor artık. belki birileri beni de denetlese ben de onlarla kavga ederdim. birileriyle kavga etsem belki biraz rahatlardım ben de. bana da bir keresinde 10 yaşlarında kilo alacağı için rejim yapan bir çocuk gelmişti, Allaha havale etmiştim kendisini.
akşam olunca sen bize gelsene. ben sana çay yaparım. yemek yaparım. kek yaparım. ne istersen yaparım :)
Yazılarınızı okumak büyük keyif. En derin saygı ve selamlarımla.
teşekkür ederim.
ben de saygı ve selamlarımı sunuyorum size.
siz kimsiniz sahi?:)
112'den gelen doktor uydurmuş. sahici MI tanısı ancak otopsi ile konabilir. kardiyovasküler arrest yazma, MI yazma, e teşhis olarak ne yazıcaz bu ölüm raporlarında bilmem.
hayat çok zor.
vefat edenlerin yakını olmak da zor elbet. doktor olmak, daha yeni vefat etmiş insanların evlerine gidip ölüm raporu vermek de zor.
fırat olmak da zor.
kolay bir şey yok.
kendimi bi odaya kapatıp sabahtan akşama kitap okuyup film seyretmeyi falan özledim ben.
hayatımıza birileri giriyor birileri çıkıyor. çok değişik. bazen bişey geliyor, gelme diyemiyosun sonra her şey altüst olabiliyor. bazen iyi bazen kötü. her zaman öyle. birileri gelse de öyle gelmese de öyle aslında değil mi. bazen iyi bazen kötü.
neden bu kadar uzun yazıyorum bilmiyorum. ama sürekli yazmak istiyorum. canım biraz sıkılıyor da, belki tahmin etmişsinizdir. canım sıkıldığında ya çok konuşurum saçma sapan, yada suspus oluveririm.
şey var ya, yeşil ceviz. yaş. böyle kabuğu soyulur kolayca. o çok güzel. bir de soba üstüne kestane kebap. o da çok güzel. güzel bişeyler düşünmek isteyince aklına hep yenecek şeyler geliyorsa kilo vermen zor olabilir. benden söylemesi.
sen güzel bişeyler düşünmek istediğinde aklına ne geliyor ?
görüşmek üzere.
daima sevgiyle.
insan neden kendi blogunda anonim yazar ki di mi. çok pis anonim yazasım geldiydi ruby, napiim, öyle oldu işte.
eskiden olsa, yani birlikte filan olsaydık, izmitte mesela, sen canım sıkıldı derdin, ben de sıkılcak tabi derdim:)yada çimlere bakıp öyle konuşmadan otururduk okulda.
eski zamanlar geçip gittiğine göre, artık öyle demeyeceğim. sıkılmasın canın. fevziyenin de canı sıkılmasın, benim de sıkılmasın. canımızı sıkan şeyler gitsinler, bir daha da gelmesinler. bizi rahatsız etmesinler.
ben güzel bişeyler düşünmek istediğimde aklıma genellikle çocukkenki bazı günler, bazı kişiler, bazı olaylar geliyor. bazen de bu dünyanın bir sonunun olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor. sanki cennete gideceğim garantiymiş gibi:)
yeni okuma imkanım oldu, çok iyi olmuş hocam...
devamını okuyacağım uykumu alıp, sonra fırat neyim olurum.
kalemine sağlık.
teşekkür ederim. sizin de yorumunuza sağlık uragan hanımcığım :)
Yorum Gönder