4 Şubat 2010 Perşembe





merhaba! naber?
...
hey sana söylüyorum. iyiyim filan demen gerekiyor.
...
hımm. kimse yok yani. iyi, ben de kendi kendime konuşurum. bence bir sakıncası yok. geçenlerde bir yerlerde okuduguma göre küresel ısınma denen şu felaket tamamen uydurmaymış, yani yokmuş öyle bişey. nasıl olur dedim. e hani buzullar eriyecekti, pasifigin suyu buharlaşıp bilmem kaç milyon metreküp kalacaktı? sonuçta eskimo filan değilim, bütün yıl ugraşıp yaptıgım iglom filan da yok. oh çok şükür buzullar erimiyormuş diye sevinmedim o yüzden. hem ya penguenler? yani buzullar erimeye başlayınca penguenler 20li gruplar halinde küçük adımlarla aşagılara dogru inmeye başlayacaklardı ne güzel. en azından ben öyle hayal etmiştim. böylece pazartesi işe giderken, caddede karşıdan karşıya geçerken hayatından bezmiş, somurtkan bir adam yerine sevimli, son derece sempatik bir penguen görebilecektik. bu hayalim de 'iklim değişikliği sonrası bahçede mango ve okaliptüs ağacı yetiştiriciliği ' hayalimle birlikte 2089 yılına ertelenmiş gibi görünüyor. iklim değişikliği filan da palavraymış çünkü. bu palavraların kaynağı 80 yaş ve üstü bazı saygıdeger ama kusura bakmazlarsa çok bilmiş dedeler ve nineler bence. yani dünyanın bütün 80 ve üstü nine ve dedeleri ağız birliği etmişçesine 'ah, vah, dünyanın sonu geldi, ocak oldu kar yağmadı, şubatta ağaçlar çiçek açtı, mart kapıdan baktırmadı, kazma kürek filan yaktırmadı' deyince dünyanın geri kalan insanları da, bu kadar yıl yaşamışlar, vardır bir bildikleri deyip onlara inandı ve şu iklim değişikliği safsatası aldı başını gitti. iklim filan değişmemiş işte. görüyorsunuz kar gövdeyi götürüyor :) kar deyince, estetik duygusundan yoksun çocukların kar yagdıgı günlerde evden dışarı salınmamaları konusunda bir kanun çıkarılması teklifi götürülürse meclise iyi olur bence. kimin götüreceğini daha sonra bildiririm. yüksek sesle konuşmayan, yumruk atmayan, parmak ve gözlük kırmayan, küfretmeyen vekillerimizden birinin götürmesinin uygun olacağını düşünüyorum. kar mevzuna geri dönersek, geçtiğimiz günlerde bazı çocukların yer üzerinde çok yüzeysel bir kar tabakası varken dahi sokaktaki o güzelim kar örtüsünü sanırım mutfaktan aşırdıkları spatulalar yardımıyla topraktan kazıyıp kardan adam yapma işinde kullandıklarına şahid oldum. ortaya şu içler acısı görüntü çıktı : her tür estetikten, havuç burundan ve kömür gözlerden yoksun kafası olmayan bir kardan adam (daha çok küçük bir termit yuvası da denilebilir ) ve bu sözümona kardan adam yapılırken apartmanın önündeki eser miktardaki karın toprak üzerinden hoyratça kaldırılıp heba edilmesi. kendilerini esefle kınıyorum. insanın komşusunun çocuklarını esefle kınaması hoş bişey olmayabilir ama onlar da kar kalınlıgı en azından 40 cm olmadan kardan adam yapmasınlar bir zahmet. keşke alt komşumuz totoro olsaydı. o zaman hiç böyle olmadık şeylere üzülmem gerekmezdi. bir kere onun çocugu yok. ayrıca kedi şeklinde, ne zaman çagırsa gelen ve nereye isterse saatte 5000 km hızla filan gidebilen bir arabası var. üstelik bütün gün boyunca uyudugu için üst komşumuz gibi günün muhtelif saatlerinde yüksek sesle korkunç hip-hop şarkıları da dinlemezdi. totoro şu anda nerede yaşıyor bilmiyorum ama buradan kendisine sesleniyorum: sevgili totoro, eger ev sahibin seni sudan bir sebeple evden çıkarırsa, yada kiranı filan ödeyemezsen beni ara. alt katımız boş ve bence ev sahibi senden daha iyi bir kiracı bulamaz. her neyse, ben şu yukarıdaki şarkıyı dinleyeyim biraz. bu şarkıyı seviyorum. joe purdy diye bir adam söylüyor. joe arkadaşım olsa onu her gördüğümde sırtına vurup, hey jeopardy, naber, hayat bir jeopardy aslında baştanbaşa ne dersin, derdim. o da bana ismimle dalga geçmeyi ne zaman keseceksin sen ha, senin sorunun ne dostum filan derdi herhalde. tabi bu hayalimde ben ve dostum joe kuzey carolinanın varoşlarında yaşayan ve benzincide çalışırken tanışıp ahbap olmuş iki zenci olurduk. benim odamda yatagımın başucunda kocaman bir m. luther king posteri olurdu, altında da kocaman harflerle 'I have a dream' yazardı. joe'nun duvarındaysa malcolm x posteri olurdu. sonra neler olurdu bilmiyorum. herhalde günün birinde american history x filmindeki gibi zenci düşmanı biri tarafından joe öldürülür, ben de beyazlardan nefret etmeye başlar, benzincideki işimden ayrılır, evimi, ailemi, ülkemi bırakıp kendimi yollara vururdum. filmin son karesinde arkasında life is a jeopardy yazan külüstür arabamla uzayan bi yolda hızla uzaklaştıgım görünürdü ve tamamen gözden kayboluncaya kadar da şu yukarıdaki joe purdy'nin şarkısı çalardı. sonra bu filmi sundance film festivaline gönderirdim. ve o yıl festivalin açılış filmi olurdu. beni de onur konuğu olarak utah'a çagırırlardı ama ne yazık ki çok meşgul oldugum için gidemezdim. sanırım hayal kurma hız limitini epey aştım. birazdan bir güvenlik görevlisi, bir trafik polisi, yada kasaba şerifi tarafından çevrilebilirim. böyle bişey olursa kendisine buranın yabancısı oldugumu ve hız limiti geldiğim yerde burdakinin epey üstünde oldugu için böyle bir ihlale sebebiyet verdiğimi söylerim. o da bana : bak sen, neresiymiş bakalım senin geldiğin yer der, ben de ona : tam koordinatlarını vermem gerekirse bayım, uranüs ve satürn arasındaki en büyük 2. bulutsunun kuzey yamaçlarındaki küçük bir sahil kasabasında yaşıyorum der ve sonra arabanın önündeki düğmelerden birine basıp arabayı mavi renkli elips bir ufoya çeviririm. sonra da baygın şerifi ufonun arkasına koyup en yakın hastanenin acil girişine bırakır ve olay mahallinden uzaklaşırım herhalde. bu yazının gidişatı hiç iyi değil bence, zincirleme hayallerime devam edip otobanda dehşete sebep olmak istemem.. şimdi benim için küçük bir adım, insanlık içinse büyük bir adım atıp gidiyorum. lütfen üzülmeyin. bu uzun vadede hepimiz için daha iyi emin olun! :)

4 yorum:

Dublor dedi ki...

kutuplardan nevada çöllerinin tozlu yollarına, oradan kozmozun gizemli derinliklerine uzanan bir yolculuktu bu. bir kaptan olarak olarak tüm mürettabatıma ders olarak okuttum yazıyı. çok fazla olarak yazmışım. sanırım yaşım artık bu tür uzun ve hareketli yolculukları kaldıramıyor. sanırım bir gemiye ismim verilir verilmez bu işten elimi ayağımı çekeceğim. neyse radyodan dinlediğim şu dizeleri yazmak istedim:

Yeah, musha rain dum a doo, dum a da, ha, yeah
Whack for my daddy, oh
Whack for my daddy, oh
There's whiskey in the jar, oh

Yeah, whiskey, yo, whiskey
Oh, oh, yeah
Oh, oh, yeah

ruby dedi ki...

yazılarımın okuyanlarda nevada-alaska arasında dev bir transatlantikle yapılmış bir yolculuk hissi uyandırmasına çok önem veririm. bu da sanırım niye yıllardır national geographic dergisi gezelim görelim sayfasının editörünün ben oldugumu açıklıyor.

not:transatlantiğimizde viskisiz hava sahası uygulaması geçerlidir.

Adsız dedi ki...

hadi birlikte film izleyelim. filmi sen seç ben de tamam diyeyim.

mq dedi ki...

ooo, bahar gelmiş siteye. pek güzel olmuş.

| Top ↑ |