29 Kasım 2010 Pazartesi

arthur'a mektuplar-1

sevgili arthur,

dünyamızda hayali arkadaşı olan ve onunla konuşan, film seyreden, müzeye giden ve sonbaharda parktaki banklarda oturup, düşen yaprakları sayan bazı adamlar var, bilirsin. sonra hayali ihracat yapan, karanlık odalarda oturan ve koltukları her zaman duvara dönük olup yüzlerini asla göremediğimiz, sadece havaya spiral şekilde yayılan sigara dumanını gördüğümüz başka bazı adamlar da var. hayali mektup arkadaşı olan adamlar var mı bilmiyorum. bence olmasında bir sakınca yok. tüm bunları biraraya getirip, bir sonuca varmamız gerekirse- ki genellikle gerekiyor- sen benim hayali mektup arkadaşımsın. gerçek bir mektup arkadaşım olabilirdi evet ama gerçek insanlarla konuştuğumuz gerçek konular pek ilgimi çekmiyor. yani gerçek bir insana mektup yazarsam, belki o da bana bir mektup yazar ve mektubunda nereli olduğundan, hangi okulları bitirdiğinden, işini sevip sevmediğinden, hafta sonları neler yaptığından, en sevdiği filmin ne olduğundan, kaç çocuğu, kaç kardeşi, evinin kaç penceresi olduğundan ve peynirli makarnayı çok iyi yaptığından filan bahseder. bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de aynı sıkıcı şeylerden benim de bahsetmemi ister. işte buna dayanamıyorum. yani dünyada bahsedecek daha az sıkıcı şeyler olmalı. bunlar nelerdir tam olarak bilmiyorum. konuşmaya başladıktan sonra uzun süre sıkılmadan dinleyebildiğim çok az insan oldu. buna kendim de dahilim. yani ben de biraz fazla konuşsam bir süre sonra can sıkıcı oluyorum. bu yüzden durmaksızın, saatlerce konuşmam. etraftakilerin canını sıkmak istemem. bundan daha çok istemediğim bir şey varsa o da kendi canımı sıkmaktır. ama bu sık sık oluyor. yani diğer insanların canı günde ortalama dört saat yirmi dakikada bir sıkılıyorken, benimkisi yaklaşık yirmi beş dakikada bir sıkılıyor. nedenini bilmiyorum. ama sık sık şunu düşünüyorum: başka bir yerde, başka insanlarla, başka şeyler yapıyor olmam gerekiyordu sanki. yanlış bir yerde gibiyim. disosiyatif füg dedikleri şey başıma gelmiş gibi. yani diyelim filipinlerin manila şehrinde yaşıyorum, adım ruby rubinstein, her gün gittiğim bir işim ve her gün işten sonra döndüğüm bir evim var ve komik kitapları okumayı seven, savaş filmlerini sevmeyen biraz melankolik bir tipim. işte sanki gerçekte adım ruby rubinstein değilmiş, gerçek işim yapmış olduğum iş değil, yaşadığım şehir manila değilmiş de bir gün durup dururken otobüse binip, manilaya gelmişim ve kendimi ruby rubinstein olarak tanıtıp, hiç tanımadığım insanlarla bambaşka bir hayata başlamış ve gerçek hayatımla ilgili her şeyi bir anda unutmuşum gibi. işte bence canımın sık sık sıkılmasının nedeni, bilinçaltımın bir yerlerinde gerçek hayatımla ilgili şeylerin öylece durması ama benim bunları bilinçli olarak bir türlü hatırlayamamam. daha da kötüsü hatırlamam gereken bir şeyler olduğunu bile düşünmemem. düşünmediğim için, hatırlayamamam. hatırlayamadığım için, oraya dönememem. dönemediğim için sürekli canımın sıkılması. ve daha niceleri.. gördüğün gibi içinden çıkılmaz bir durum. bir cul de sac. içinden çıkılmaz durumlarla ilgili uzun süre konuşmamalı ve düşünmemeliyiz. pek bir işe yaramıyor çünkü. belki kendi kendimize kırk gün filan 'düşünme, kabul et, düşünme , kabul et' dersek, kırkıncı gün hiç bir şey düşünmeyen, her şeyi olduğu gibi kabul eden, ve diğer herkes gibi dört saat yirmi dakikada bir sıkılan biri olarak uyanabiliriz. insan daha ne ister ki arthur? insan ne ile yaşar arthur? insan bu, su misali kıvrım kıvrım akabilir arthur. homo homini lupus mu arthur? iyi geceler arthur.

sevgilerle,
ruby

5 yorum:

Adsız dedi ki...

bence daha sık yazmalısınız genç bayan!

ruby dedi ki...

denerim bayım ama ne kadar sıklıkta yazmalıyım mesela?

Adsız dedi ki...

çok sık.

ruby dedi ki...

:)
çok sık yazarsam arthur sıkılabilir. siz de sıkılabilirsiniz fahim bey. ben de sıkılabilirim. bunun üzerine hepimiz biraraya gelip adsız sıkılganlar derneğini kurabiliriz.

Dublor dedi ki...

+1

| Top ↑ |