13 Nisan 2011 Çarşamba
asansörde murat menteşle karşılaştım dün. e, ne var bunda diyeceksiniz. hiç, yok bir şey. cahit koytak'ın asansörde birden isa'yla karşılaştığını düşünürsek, benimkisi devede kulak gibi bir şey oluyor herhalde. doğru kullandığımdan emin değilim. devede kulak'ı yani. deyim ve atasözleriyle başım hep dertte olmuştur. genellikle atasözlerinin 2. yarısını hatırlayamam ve tamamlamak yanımdakine düşer. iyi ki, kendi kendime konuşmak gibi bir alışkanlığım yok. yarısı olmayan atasözleri ve saçma sapan yerlerde kullanılmış deyimlerle dolu bir konuşmayı, kendim yapmış olsam bile dinlemek istemem. neyse, asansörden bahsediyordum. kadın kucağında küçük kızıyla, yüzü bembeyaz olmuş bir şekilde asansörden çıktı ve çıkar çıkmaz konuşmaya başladı. çok korktum, kapı, açılmadı, tam 20 dakika, alarmı kimse duymadı, klostrofobim var, sucu, sucu çocuk vardı bir de, binmeyin, bozulmuş, 20 dakika, yukarı, aşağı, yukarı, aşağı, kapı, açılmadı... gibi şeyler söylüyor ve sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu. ona değil de küçük kızına baktığım için kendisini dinlemediğimi düşünmüştü sanırım. büyük ihtimalle hayatında ilk defa asansörde kalmış ve annesi gözünün önünde panik atak geçirmiş iki yaşında biri için fazlasıyla cooldu kız ve birazdan annesine dönüp: sence de biraz abartmadın mı, en fazla yarım saatte bir asansör çağıran birinin olduğu bir apartmanda, içinde havalandırma düğmesi olan bir asansörde ölmek biraz zor gördüğün gibi, diyecek gibi bir hali vardı. allahtan böyle şeyler demedi çünkü sucu çocuk böyle bir sahne karşısında aklına mukayyet olamayabilirdi. bense bu açıdan tehlikede değildim, çünkü neredeyse hiçbir şeye şaşırmama gibi neye yaradığını bilmediğim bir özellikle doğmuştum. sonra klostrofobik kadının söylediğini dinlemeyip bozuk asansöre bindim. murat menteş sonra bindi. gülümsedi. ben de gülümsedim. siyah takım elbise giymişti, önemli bir yere gidiyordu galiba. asansör katlardan birinde durdu. ve öylece kaldı, ne yukarı çıkıyor, ne aşağı iniyor, ne de kapı açılıyordu. murat menteş saatine baktı, hay allah, nolucak şimdi dedi. bilmem, ama ben korkmuyorum çünkü sen varsın, dedim. bıyıklarım olsaydı bıyık altından gülümsemek denen şeyi yapmak için çok uygun bir zamandı. ha ha, bence biraz korkabilirsin, ne de olsa uygun dozda sempatik deşarjdan kimseye zarar gelmez, üstelik bana güvenme, hiç kimse mükemmel değildir, özellikle de ben, dedi. dünyada mükemmel olduğunu düşündüğüm kimse yok zaten, dedim. olmasını da istemezdim. dökülen bir evde jakuzi olması gibi bir şey olurdu bu. o şeyin oraya ait olmadığını hemen anlarsın. iyi, dedi, sen bilirsin. çantamda 'ölmüş on mükemmel ve mükemmele yakın insanın bir takım sözleri' kitabı vardı, istersen biri asansörü çağırıncaya kadar okurduk ama böyle şeylerle ilgilenmiyorsun madem, öyleyse ben biraz şarkı söyleyeceğim izninle dedi ve devam etti: and you run, and you run, to catch up with the sun, but it's sinking... hımm, çok iyi dedim. çok iyi, yani mükemmele yakın, işte doktörün dilemması dedi ve güldü. ben de güldüm. bunu ben de düşünmüştüm diyecektim, vazgeçtim.


*bu yazıdaki şeylerin pek çoğu gerçektir, gerçek olmayanlarınsa günün birinde gerçekleşmemesi için bir neden bulunmamaktadır.

4 yorum:

Dublor dedi ki...

gerçekleşmemesi için neden bulunmadığını söylemek, gerçekleşmesi için nedenlerin olduğunu söylemenin bir başka yolumu profesör?

dilinizde bir değişiklik sezinledim. kuruntu da olabilir, lakin farklı

hürmetlerimi sunarım

ruby dedi ki...

hayır bayım. gerçekleşmemesi için neden yok ama gerçekleşmesi için de nedenler yok. yani ortada fol yok yumurta yok aslında. ama her zaman bir neden olması gerekmiyor sanırım. nedensiz de oluveriyor bazı şeyler bazen.

nasıl bir değişiklik mesela?

hürmet bizden efendim.

Dublor dedi ki...

yok yok son yıldızlı cümleniz gerçekleşmesi için nedenlerin olduğuna dair olumlu bir hava yaratıyor, piyasalarda bir beklenti havası oluşuyor ve imkb yükseliyor, altın fiyatları artıyor, dolara ve marka yüksek faiz veriliyor gibi. neyse siz daha iyi bilirsiniz tabi dediğinizi, bize kafa sallayıp "haaa" demek düşer.

değişikliğe gelince, şimdi bir daha okudum da hikayenin tarzından olabilir bu defa, arızi yani yanılıyor olmam muhtemel. sizi daha siz merkezci görmüşümdür yazılarınızda. bunda rivayet kipi olunca öyle bir hisse kapıldım belki. bir de fantastik ögelerde azalma hissettim. gerçeklere yakın şeyler, kahramanlar yok etten kemikten bu sefer kadro. nereden çıktı bu karnaval.

ama siz yine muhalefet etceniz ben biliyorum profesör. nolurdu aksi olsa? tabiatın dengesi gereği belki böyle olmalı. bilemiyoruz.. bu soruların yanıtlarını arıycaz ilerleyen günlerde.

bu defa muhabbetlerimle kendimi türk hekimlerine emanet ediyorum;

advers etkilerinize muhtaç okurunuz.

ruby dedi ki...

hangi vakit yaş kemale ere fantaziler terk eylene
hakikatler dile gele

demiş eduardo marshmello. kendisi endülüslü bir devlet memuru olmasına rağmen işe gidip gelirken otobüste her daim şeyh galip, fuzuli filan okuduğu için dilinde bazı etkilenmeler olmuş, günlük hayatta bile böyle şiirsel konuşmaya başlamıştır. sonra neler olmuştur, eduardonun başına gelen binbir türlü felaket ve her seferinde her türlü beladan başını nasıl kurtardığı, hepsini ve daha fazlasını tarihin arka odalarından birinde anlatırım bir ara. eduardo'nun hayat serencamını bir tarafa bırakıp, benim yazım ve yayın serencamımdan bahsedecek olursak, niçin fantastik öğeler bu yazımda azalmıştır? işte eduardonun dediği gibi yaşım kemale erdiğinden, hakikatlere meyyal bir insan olup çıkmış olabilirim. ama pek sanmıyorum. çünkü halihazırda şu yorumu yazarken bile bir sürü şey uydurduğuma bakılırsa ben iflah olmam anlaşılan.

bakayım şu dakikaya kadar muhalefet etmiş miyim? sanırım etmemişim. o zaman şu dakikadan sonra da etmiyorum. böylece aslında size göre etmem gerekirken etmeyerek yine muhalefet etmiş mi oluyorum, noluyor bilmiyorum. hem ben anlamam muhalefetten, siyasetten, püskevütten :)

saygılarımı sunarım mr. moondamage.

| Top ↑ |