12 Ocak 2012 Perşembe

Sinem

Salıncakta sallanmayı çok severdim. Fırat'ı beklediğimiz zamanlar daha çok salıncağa biniyordum, çünkü sevmediğim bir şey varsa o da beklemektir. Sallanırken yüzümü gökyüzüne döner, aşağıda denizlere akan nehirler, ağlayan çayırlar hayal ederdim. Yüzümü gökyüzüne döner, giderek hızlanırdım. Yüzümü gökyüzüne döner, gözlerimi kapatırdım. Yüzümü gökyüzüne döner, yağmur yağmasını dilerdim.Yüzümü gökyüzüne döner, rüzgara karışırdım... Sonra bir gün Fırat geldi, ben 100 yaşında falandım. Büyükler yaşımı söylediğimde gülüyorlardı ama bence bu hiç de gülünecek bir şey değildi. Kendimi bildim bileli vardım ve bu süre öyle 5-6 x 365 günden çok daha uzun geliyordu. Bazen güneş doğdu mu batmak bilmezdi o zamanlar. Günler daha uzundu sanki. Annem pek hatırlamaz o zamanları. Benim çocukluğuma dair hatırladığı şeyler bile hep Fırat'la ilgili. Fırat gelmeden önce evimizde bir çocuk odası da yoktu. Annem bazen beni hiç görmüyor gibi olurdu. Yeni başlayan bir masal gibiydim; bir vardım, bir yoktum. Karnım acıkınca mutfakta çekmeceleri karıştırır, bisküvi falan aradım. Hemen doyardım zaten, bir negroyu bitiremez, yarısını peçeyete sarıp sonraki gün için saklardım. Bazı geceler annem beni yatırmayı da unuturdu.  Bazen kitapların resimlerine bakarak hikayeler uydururdum, sonra kütüphanede tozlanan kitapları silerdim, bazen de televizyonun önünde uyuyakalana kadar bütün gece reality showlarda öldürdüğü adamın etlerini komşularına dağıtan katilleri, 25 yerinden bıçaklanıp gömülen kadınları, uykusunda boğazlanan yaşlı çiftleri, bilezikleri için elleri kesinlen kadınları falan seyrederdim. Favorim koli bantlı katildi. Kurbanlarını koli bantı ile sardığı kolilere koyuyor sonra da kolilerin adresini polise gönderiyordu. Ya da buna benzer bir şeydi. Fırat o zamanlar daha bebek olmasa hatırlardı belki. Ama daha bebekti ve hiç bir şeyden anlamıyordu, üstelik o geldikten sonra artık evde eskisi kadar özgür değildim. Annem hızla değişmişti, artık beni gözünün önünden hiç ayırmıyordu. Bizimle beraberken çok mutluydu, bütün dünyası bizdik sanki.

Önemli Not: Hikayenin önceki bölümlerinde yazar ruby iken, mq can sıkıntısından hikayeye dahil olmuş ve yukarıdaki bölümü yazmıştır...





7 yorum:

ruby dedi ki...

bu aileden normal biri çıkmayacak mı yahu?
bütün gün salıncakta sallanan, kitapların tozunu silen, negroyla beslenen küçük şirin sinem gece yarısı olunca adeta metamorfoz geçiriyor, nerede korkunç, tüyler ürpertici, akıllara durgunluk verici program var gidiyor onu izliyor. niçin böyle yapıyor?
niçin olacak sıkıntıdan. sinemin içinde bitmek tükenmek bilmeyen, geçmeyen bir sıkıntı var. bu sıkıntı sinemin içinden çıkamıyor, orada, içinde büyüyor, büyüyor, her yere metastaz yapmış bir tümör gibi bütün organları ele geçiriyor, kimisini mediastenin karşı tarafına itiyor, kimisini tamamen fonksiyon göremez hale getiriyor. sonuçta kalbi sıkışıyor sinemin, nefes alamıyor, başı ağrıyor. en kötüsü de sıkıntının frontal lobda yaptığı değişimler. tıpkı guillein barre gibi sıkıntı da assendan olarak ilerliyor ve geceye doğru frontal lobda etkisini göstermeye başlıyor. sonuç olarak geceleri sinemin kişiliği değişiyor, şiddete meyyal bir insan olup çıkıyor.
Allah hepimizi böyle nedeni bilinmeyen, etkinliği kanıtlanmış bir tedavisi olmayan hastalıklardan korusun.

mq dedi ki...

amin

mq dedi ki...

hem selim bey mustafa kutlu hikayelerinden çıkıp gelmişçesine hoşsohbet, candan, yurdum insanı biri, hakkını yeme.

ruby dedi ki...

selim bey, hoşsohbet evet. ama bir de onu başkasından dinlemek lazım. kesin onun bu hoşsohbet kişiliğinin altından da bir patoloji çıkar. tenenbaum ailesi gibi, herkes bir garip bence bu ailede.

Dublor dedi ki...

Selim Bey'in belki şüpheleri vardır, ve bunlara ev sahipliği yapmak belki işkenceye dönmüştür. Olabilir mi? Olabilir. Ama olmayabilir de. Her şey mümkün bu alemde.

ruby dedi ki...

paylaşılmış psikotik bozukluk diye bir şey vardı. uzun süre aynı ortamda yaşayan insanlardan birinde bir psikotik bozukluk varsa, mesela işte ben birilerini görüyorum, gaipten sesler duyuyorum, fbi zihnimi okuyor, kgb düşüncelerimi çalıyor filan gibi şeyler söylemekteyse mütemadiyen, onunla aynı ortamdaki kişilerde etkilenmeler, söylediklerine inanma gibi şeyler olabilmekteydi. ayla hanım şizofrenmiş belki zamanla selim beyde de çeşitli şüpheler, hezeyanlar baş göstermiştir. tabi şüpheleri yüzünden işkence çekmeye başladıysa işte bu noktada bir ruh hastalıkları mütehassısına görünmesinde fayda olabilir. ama olmayabilir de. her şey mümkün bu alemde sonuçta.
yine her şeyi bilimle açıklamaya çalıştım sanırım.

mq dedi ki...

rahat bırakın selim bey'i; şeker gibi adam kendisi.

| Top ↑ |